2008-11-05

Tüp Bebek Nedir?

Yumurta ve sperm hücresinin laboratuvar koşullarında birleştirilerek embriyo oluşturulması, geliştirilmesi ve anne rahimine transferi işlemlerini içeren üremeye yardımcı tekniklerin bütünüdür. Laboratuvar koşullarında gerçekleştirilen döllenme, kendiliğinden (in vitro fertilizasyon) ya da insan eliyle, tek yumurta içine tek sperm verilmesi ile (mikroenjeksiyon) sağlanır.

Bugün, endometriozis, nedeni açıklanamayan kısırlık olguları ve erkeğe bağlı kısırlıkta, tüp bebek yöntemleri ile başarılı sonuçlar alınır.
Özellikle son yıllarda uygulanmaya başlanan mikroenjeksiyon, sperm sayısının çok düşük olması ve hatta menisinde hiç sperm olmamasına karşın, testisinde sperm bulunan erkeklerin tedavisinde bir devrim olarak nitelendiriliyor.

Tüp Bebek Uygulamasının Temel Aşamaları
İlk Görüşme
Çiftin doktorla ilk görüşmesi hangi tedavi yöntemine uygun olduklarına karar verme amacını taşır. Görüşme sırasında çiftin öyküsü alınır, önceden yapılmış olan tetkikler değerlendirilir ve kadınla erkek muayene edilir. Erkeğin değerlendirilmesinin temelini Semen (sperm, meni) Analizi oluşturur. Bu analizin Tüp bebek ünitemizin laboratuvarında yapılması gerekir. Kadının jinekolojik muayene ve ultrason incelemesi yapıldıktan sonra,bazı kan tetkiklerini, kültürleri, histerosalpingografiyi (HSG), hormonal incelemeleri yapılır.
İkinci görüşme: Bunun amacı, ilk görüşmede istenen tetkikler değerlendirilerek, bir tedavi planı çizilmesi ve bunun çiftlerle tartışılmasıdır. Plan yapılıp hangi ilaçların, hangi protokole göre uygulanacağına karar verildikten sonra tedaviye başlanır.

Ovulasyon indüksiyonu
Normalde her sağlıklı kadın ayda bir tane yumurta üretmekte olup bizler ovulasyon indüksiyonu yani yumurtlamayı arttırıcı ilaçların tatbiki ile Tüp Bebek uygulamalarında gebelik elde etme ihtimalini arttırabilmekteyiz. Yumurtalıkları uyarıcı bu ilaçlar ortalama 7-10 gün süre ile kullanılır.

Yumurtalıklardaki foliküllerin gelişimi periyodik olarak yapılan ulatrasonografik ve hormonal incelemelerle takip edilir. Bu bulgulara göre yumurtaların toplanması için en uygun zaman belirlenir. Yeterli büyüklüğe gelen foliküllerdeki olgun yumurtaların toplanabilmesi için HCG uygulaması yapılır.

Yumurta toplama
Yumurtalıkların uyarılmasından sonra (Ovülasyon indüksiyonu) belirli büyüklükte folliküller elde edilir. Sıra bu yumurtaları vajinal ultrason yardımı ile genel veya lokal anestezi altında toplanmaya gelir. (Ovum pick-up, OPU). Hasta jinekolojik muayene pozisyonunda yatar ve üzeri steril örtülerle örtülür. Vajina temizliği yapıldıktan sonra vajinaya lokal anestezi uygulanır. Ardından vajinal ultrasonografiye başlanır. Vajinal ultrasonografi üzerinde bulunan kılavuz içinden geçirilen bir iğne ile yumurtalara (overlere) ulaşılır. Her bir follikül içine girilerek içeriği özel bir aspiratör yardımıyla boşaltılır. Alınan sıvı hemen laboratuvara yollanarak yumurta içerip içermediği mikroskop altında incelenir.

Eğer yumurta hücresi varsa ayrılır. Eğer follikülden yumurta elde edilemezse aynı iğne içinden özel sıvı verilerek follikül boşluğu yıkanır. İçinde kalmış olabilecek yumurta alınmaya çalışılır. Bu şekilde tüm folliküller aspire (vakum yardımıyla emme işlemi) edilinceye kadar işleme devam edilir. Her iki yumurtalığın aspire edilmesi yaklaşık 15 - 30 dakika sürer.Bir saat istirahat sonrası, hasta evine gidebilir.

Sperm örneği verme
Yumurta toplama işleminin yapıldığı gün mikroenjeksiyon işleminde kullanılmak üzere erkekten steril bir kap içerisine semen örneği uygun koşullarda alınır ve sıvılaşması beklenir. Sıvılaşan meni, sperm sayısı, hareketliliği ve şekli yönünden incelenir.. Sperm alınması içn en ideal yöntem mastürbasyondur. Menisinde canlı sperm bulunamayan kişilerde ise cerrahi olarak sperm aranır. Semen örneği içindeki sperm hücreleri çeşitli yöntemlerle ayrılarak işleme hazırlanır. Bu sayede hareket ve şekil bakımından en iyi sperm hücreleri seçilmiş olur.

Klasik tüp bebek yöntemi (IVF-In vitro Fertilizasyon)
Bu yöntem doğal üreme sürecine çok benzer bir uygulama olup spermin kendi kapasitesi ile yumurtaları dölleyebilmesi esasına dayanır. Bu yöntemde her bir yumurta belli sayıdaki sperm hücreleri ile aynı ortama alınarak kültür edilir.

Mikroenjeksiyon
Bu tekniğin 1991 yılında ilk kez Belçika'da uygulanmasından bu yana önceleri çocuk sahibi olamayan bir çok infertil çiftte yüksek gebelik oranları elde edilmiştir. Mikroenjeksiyon işleminde özel bir mikroskop ve mikromanipulatör denilen aletler yardımıyla çok ince bir iğne içine alınan tek bir sperm hücresi yumurta hücresi içine enjekte edilir. Üreme teknolojisinde Mikoenjeksiyon (ICSI- Intrasitoplazmik Sperm Enjeksiyonu) ile erkek infertilitesi için çok önemli bir yol kaydedilmiş oldu. Sperm sayısı çok düşük, sperm hareketleri yetersiz ve sperm şekli çok bozuk olan erkekler bu teknikle çocuk sahibi olabilme şansını yakaladı.

Embriyo kültürü
Mikroenjeksiyon veya klasik tüp bebek işlemi sonrasında yumurtalar özel kültür solüsyonları içerisinde anne rahim ortamını taklit eden dolaplara (inkübatör) koyulur. Döllenmenin gerçekleşip gerçekleşmediği 16-20 saat sonra yapılan inceleme sonucu anlaşılır. Bu incelemede artık pre-embriyo ya da zigot olarak nitelendirdiğimiz hücrede anne ve babanın genetik materyalini taşıyan iki çekirdek görmeyi bekleriz. Pre-embriyolar en az iki hücreli aşamaya ulaştıklarında "embriyo" adını alırlar.

Embriyo transferi
Merkezimizde embriyo transferi genellikle yumurta toplamı işleminden üç gün sonra yapılmaktadır. Ancak gerekli görüldüğü durumlarda ikinci günde veya embriyoların blastokist dediğimiz aşamaya kadar kültürlerinin uzatıldığı 5-6. günde de transfer işlemini gerçekleştirebilmekteyiz. Embriyolara şekilsel veya Preimplantasyon genetik tanı yapılmış ise genetik değerlendirme ile seçim yapılarak transfer edilir. Bu işlemde embriyolar çok ince özel bir kateter içerisine çekilerek kadının rahim içerisine yerleştirilir. Embriyo transferi oldukça kolay ve ağrısız bir uygulama olup normal jinekolojik muayene işleminden farksızdır.

Gebelik Testi
Embryo transferinden 12 gün sonra hasta gebelik testi için yeniden kliniğe çağırılır. Burada ilk önce idrarda daha sonraysa kanda gebelik testi (beta-hCG) yapılır. Kanda yapılan testin sonucuna göre gebelik olup olmadığına karar verilir. Testi pozitif olanlar 2 gün sonra yeniden kanda gebelik testi için çağırılır. İki testin sonuçları arasındaki ilişki değerlendirilerek gebeliğin sağlıklı olup olmadığına karar verilir. Sağlıklı bir gebelikte iki gün sonra kan beta-hCG değeri yaklaşık 2 kat artmalı.

Bazı durumlarda bir süre sonra kan beta-hCG değeri sıfıra iner. Bu durum biyokimyasal gebelik olarak adlandırılır. Beta-hCGnin beklenenden daha farklı artışları ise ektopik gebeliği (dış gebelik) düşündüren bulgulardan birisi.
12. ve 14. günlerdeki beta-hCG değerleri istenilen şekilde artan vakalar klinik gebelik olarak kabul edilir ve 2 hafta sonra ilk gebelik ultrasonu için çağırılır. Bu ilk ultrasonda rahim içinde gebelik kesesinin olup olmadığı ve eğer kese varsa kaç tane kese olduğu araştırılır. İkiz, üçüz ya da daha fazla sayıda fetus bu ilk ultrasonda görülebilir.

Zaman zaman çoğul başlayan gebeliklerde fetus sayısı düşüş gösterir. Örneğin üçüz olarak başlayan bir gebelik daha sonra iki hatta tek bebeğe düşebilir. Bu duruma spontan fetal redüksiyon adı verilir. Fazla olan bebek sayısının cerrahi olarak azaltılması ise fetal redüksiyon olarak adlandırılır. Özellikle üçüz, dördüz ya da daha fazla sayıda bebeğin geliştiği durumlarda fetal redüksiyon diğer bebeklerin yaşam şansını yükselttiği için önerilir.



Artık Gen-Art'tan SSK, Bağ-Kur, Emekli-Sandığı HastalarınaTüp Bebek İmkanı
Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK artık SGK çatısı altında birleşti. SGK ile yaptığımız anlaşma sonucu artık devlet Emekli Sandığı ve Bağ-Kur'lular gibi SSK hastalarının da Tüp Bebek ödemesini yapıyor.

SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü Tedavi Hizmetleri ve Maluliyet Daire Başkanlığı'nca yayımlanan genelgeyle SSK'lıların bundan sonra tüp bebek uygulamaları tedavi giderlerinin bir bölümü kurum tarafından karşılanacak. Genelgeye göre, tüp bebek uygulaması sevk ve esasları ve tedaviye başlama kriterleri, ilgili mali yılın Bütçe Uygulama Talimatı ve Sağlık Bakanlığı'nın tüp bebek genelgesinde belirtilen hükümler doğrultusunda gerçekleştirilecek. Buna göre, SSK'lılar öncelikle Sağlık Bakanlığı'nın eğitim ve araştırma ile üniversite hastanelerinden tüp bebek tedavisinin zorunlu olduğuna dair durumlarını belgeleyen bir rapor alacaklar. Genelge ayrıca,40 yaş ve en fazla 3 uygulama yapılması sınırı getirilirken, tüp bebek yöntemiyle bir defaya mahsus çocuk sahibi olunabilecek.

SSK ilacın % 80'ini, tedavi giderlerinin ise 1340 YTL'sini karşılayacak.Genelgeyle devlet memurları, Bağ-Kur'lulardan farklı olarak, SSK'lıların sadece anlaşmalı özel merkezlerden yararlanabilmesi koşulu da getirildi.

GENETİK HASTALIĞI OLAN ÇİFTLERE DEVLET YARDIMLI TÜP BEBEK TEDAVİSİ !!!
Sağlık Bakanlığı’nın Tüp bebek tedavisini karşılama kriterleri arasında kadın veya erkekte genetik bir hastalığın bulunması nedeniyle sağlıklı çocuk sahibi olmak amacıyla preimplantasyon genetik tarama yapılarak tüp bebek tedavi yöntemi uygulanması yer almaktadır. Merkezimizin SGK ile yaptığı anlaşma neticesinde SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı hastalarımız Tüp Bebek-Preimplantasyon Genetik Tanı yöntemlerinden faydalanabilmektedirler.
25 Mayıs 2007 tarihli resmi gazetede yayınlanmış olan tedavi uygulama tebliğinin 10.2.1 maddesinde;

D.Diğer endikasyonlar: "Kadın veya erkekte genetik bir hastalığın bulunması nedeniyle sağlıklı çocuk sahibi olmak amacıyla veya bir hastalığın tedavisinin başka tıbbi bir yöntemle mümkün olmaması halinde allojenik amaçlı kordon kanı temini için preimplantasyon genetik tarama yapılarak tüp bebek tedavi yöntemi uygulanabilir. Bu uygulama için, eğitim ve araştırma hastaneleri ile üniversite hastanelerinde, içinde genetik uzman hekiminin bulunduğu kurullar tarafından sağlık kurulu raporu düzenlenecektir." denilmekte olup bu Tebliğ'in uygulama tarihi 15.06.2007'dir.

2008-10-08

OSTEOPOROZ (KEMİK ERİMESİ) NEDİR? NASIL KORUNMALI?

Osteoporoz yani kemik erimesi kemik doku yogunluğunun azalması nedeniyle dayanıklığının azalması, yani kalitesinin düşmesidir. Kemik erimesinin şiddeti arttıkça kemik kırılganlığı da artmaktadır. Osteoporoz ciddi ve sinsi bir hastalıktır. Bu yüzden kemik erimesi, zamanında yakalanıp önlenmezse sakatlıklara ve ölüme neden olur. Dünyada kalp-damar hastalıkları ve kanserden sonra bilinen 3. ölüm nedeninin osteoporoz olduğu bildirilmiştir.

Menopozda olan kadınlar yaşamlarının geri kalan kısımlarında osteoporoza bağlı %50'lik bir kemik kırığı riski ile karşı karşıyadırlar. Osteoporoz 3 kadına karşılık 1 erkekte görür ve yaşlılıkta daha çok rastlanan bu hastalık tek başına yaşlılık hastalığı değildir.

Kemikler de kalp, beyin gibi canlı ve sürekli yapılanan bir sistemdir. 30 yaşına kadar kemik yapısı ilerler ve 30 yaşında doruk noktasına ulaşılır. 30 yaşında yeterli kemik kütlesine ulaşılmaması halinde hastalık ortaya çıkmaya başlar. Bu yüzden, kemiklerin korunmasında ve güçlü olmasında birinci adım beslenmedir. 45 yaşından sonraysa kemik kayıp hızı, artmaya başlar. 30-35 yaşına kadar kemik yoğunluğunu en üst seviyeye taşıyabilirsek, ileride yaşanacak yıkımın tahribatını da en aza indirebilir ve osteoporozun önüne geçebiliriz.

ANNE KARNINDAN İTİBAREN BESLENMEYE ÖZEN GÖSTERİLMELİ !
Bebeklikten, hatta anne karnından itibaren doğacak çocuğun geleceği düşünülerek doğru beslenilmesi lazım. Kalsiyumun, yaşam boyunca yeterli miktarda alınması, kemik dokusunu en üst seviyeye çıkaracağından bu yıkımın etkisini zayıflatır. Ayrıca fiziksel aktiviteler, kemiklerin güçlenmesini sağlar. Bütün bunlara karşın yine de genetik gibi diğer bazı faktörler nedeniyle hastalık ortaya çıkabilir. O zaman da uygulanacak tedaviyle yıkım önlenebilir.
Osteoporotik kemik hem kütlesini kaybetmiş hem de iç yapısı bozulmuş bir kemiktir. Kaybolan kemiği tekrar yerine koymak oldukça zor, pahalı ve uzun zaman alan bir olaydır, dolayısı ile risk faktörlerini belirlemek ve osteoporozu önlemek gelişmiş bir osteoporozu tedavi etmekten daha kolaydır.

KEMİK ERİMESİ İÇİN ÖNEMLİ RİSK FAKTÖRLERİ...
1. Kadın olmak
2. 50 yaşın üstünde olmak (Yaş arttıkça yoğunluğunu kaybeden kemikler zayıflar)
3. Menopoza girmiş olmak (Menopoza girmiş kadınların ortalama üçte birinde osteoporoz gelişmektedir ki, bunun sorumlusu östrojen düzeyindeki azalmadır)
4. Erken menopoza girmek veya yumurtalıkların operasyon ile alınmasını takiben cerrahi (yapay) menopoza girmek.
5. Erkeklerde erkek cinsiyet hormonu olan testosterondaki azalma ile kemik kütlesi de azalabilmektedir (Erkeklerde gonad fonksiyonunun; işlevinin herhangi bir nedenle azalması osteoporoza bağlı kırıklara yol açabilmektedir).
6. Düşük kalsiyum içeren yiyeceklerle beslenme ve vitamin D eksikliği
7. Fiziksel aktivitenin, hareketliliğin ve egzersizin az olması, (egzersizin kemik kütlesini arttırdığı, kemiği kuvvetlendirdiği kanıtlanmıştır).
8. Ailede osteoporozlu kimselerin bulunması (kırıklara yatkınlığın bir kısmı kalıtsaldır; annelerinde omurga kırığı öyküsü olan genç kadınlarda da kemik kütlesinde azalmaya rastlanmaktadır)
9. Kısa boylu, ince yapılı kişiler iri yapılı, kilolu kişilere göre daha fazla osteoporoz riski taşımaktadırlar.
10. Beyaz tenli, açık renk gözlü olmak.
11. Sigara içmek
12. Alkollü, kolalı ve kafeinli içecekleri çok fazla tüketmek.
13. Bazı ilaçları uzun süreden beri veya yüksek dozlarda kullanıyor olmak (örneğin; kortikosteroidler, lityum, alüminyum, antikonvülzanlar, antiasitler, antikoagülanlar, siklosporin, tiroid ilaçları ve bazı kanser ilaçları gibi).
14. Bazı hastalıkların olması. Örneğin; şeker hastalığı, tiroid veya paratiroid bezinin fazla çalışması, mide-barsak operasyonu geçirmiş olmak, uzun süren hareketsizlik, felçler, bazı romatizmal hastalıklar ve diğer bazı endokrin (hormonal) hastalıklar osteoporoza neden olabilmektedirler.
Bütün bu nedenlerden dolayı osteoporoz hastalığının sebebinin araştırılmasında tanısında takibinde sadece muayene yeterli değildir; film, kemik yoğunluğu ölçümleri, kan ve idrar incelemeleri de gerekmektedir.
Belirtileri:
Bel ve sırt ağrısı Boyda kısalma, omurgada kırık Sırtta kaburlaşma, omuzlarda yuvarlaklaşma El bileğinde kırık Kaburga kırıkları Kalça kemiğinde kırık Hastalığın önüne geçmek için bol sebze ve süt ürünleri tüketilmesi gereklidir.Peynir, lor, yoğurt, süt ve bol sebze sofradan eksik edilmemelidir. Günde 15-20 dakika mutlak surette güneşte kalınmalı ve egzersiz yapılmalıdır. Egzersiz günde en azından yarım saat tempolu yürüyüş şeklinde olabilir.
Osteoporozda tanı kemik mineral yoğunluğu ölçümü ile konur. Osteoporozun tipini belirlemek için bununla birlikte kan biyokimya değerleri araştırılmalıdır.
Erken tanı konması son derece önemlidir !!!
Tedavide;
1.Yaşam tarzında değişiklikler yaparak düşmeyi azaltacak önlemler almak, 2.Doktorunuzca önerilen egzersiz programlarını uygulamaya çalışmak, 3.Beslenme şeklinizi önerilen şekilde düzenlemek, 4.İlaçlarınızı düzenli kullanmak ve yine düzenli doktor kontrolüne gitmek, 5.Osteoporozun önlenebilen ve tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu bilmek gerekmektedir.

Romatizmaya Dikkat!!!

VKV Amerikan Hastanesi Fizik ve Tedavi Bölümü’nden Dr. Önder Çerezci kas ve kemik ağrıları, eklemlerde kızarıklık gibi şikayetlerle ortayan çıkan rahatsızlıkların, türlere göre değişmesine rağmen kadınlarda daha sık görüldüğünü belirtiyor.
* Romatizmal hastalıkların sebebi nedir ?Büyük bir kısmının sebebi bilinmemektedir. Çok az bir kısmı mikrobik-bulaşıcı özellik taşır. Bazı tiplerinin genetik yatkınlığı olduğu ve bazı ailelerde daha sık görüldüğü bilinir.
* Belirtileri nelerdir ?Bağ dokusu dediğimiz bu doku, özellikle bazı kişilerde daha fazla soğuk ve neme karşı duyarlıdır. Bazı insanlarda herhangi bir hastalık oluşmadan da soğuk ve nem ile ağrılar, ellerde şişmeler, sabah tutukluğu gibi belirtiler görülebilir. Bazen bir romatizmal hastalığın çıkması ve yerleşmesi çok uzun bir süre alabilir. Böyle durumlarda hastanın ilk şikayetleri teşhis koymaya yeterli olmayabilir. Ancak ilerleyen zaman içinde yeni bulgular ortaya çıkar ve teşhis konulabilir.
* Başlıca romatizmal belirtiler:Eklemlerde kızarıklık, şiş, ağrı, sıcaklık, ısı artışı, eklem hareket kaybıKas, kemik ağrılarıHalsizlik, sabah tutukluğu, ateşDeri döküntüleri, deri altı yumruları (nodüller), renk değişimleriAğızda yaralarGözde kızarıklıkBazı idrar yolu ve bağırsak iltihapları…
* Sık görülen bazı romatizmal hastalıklar:
* Osteoartroz (eklem kireçlenmesi)Osteoporoz (kemik erimesi)Fibromiyalji (kas ağrıları)Bel-boyun ağrılarıRomatoid artritAnkilozan spondilitGutLupusBehçet hastalığı… (Yaklaşık 200 civarında hastalık bu gruba girer.)
* Nasıl tedavi edilir ?Her romatizmal belirtinin bir hastalığa işaret etmediği bilinmeli ve bu konuda mutlaka bir hekime başvurulmalıdır. Ülkemizde romatizmal hastalıklar ile romatologlar, dahiliye uzmanları ve fizik tedavi uzmanları ilgilenir. Kullanılan tedavi yöntemleri arasında ilaç tedavileri, fizik tedavi yöntemleri ve kaplıcalar sayılabilir.

2008-08-03

Hamilelik, Doğum ve Kadın Sağlığı

Hamilelik, Doğum ve Kadın SağlığıYurtdışında eğitim görmüş ve deneyim kazanmış Türk doktorlar, ülkemizin önde gelen akademisyenleri, özel sektörde ayrıcalıklı bir yer edinmiş değerli hekimler, özel eğitim görmüş hemşire ve çalışanlarıyla, hastalarına en iyi sağlık hizmetini vermek için çalışan Anadolu Sağlık Merkezi 3 farklı bölümüyle www.bebek.com sayfasında sizlerle buluşuyor. “Hamilelik”, “Doğum” ve “Kadın Sağlığı” başlıkları altındaki bölümleriyle ASM aklınıza takılan sorulara yanıt verecek.

Hamilelikte Vücudunuzda Oluşacak Değişiklikler
Sağlıklı bir gebelik için hamilelik süresince anne vücudunda birçok değişiklik oluşmaktadır. Bu değişiklikler döllenme ile başlar ve hamilelik süresince devam eder. Tüm organ sistemleri etkilenir. Aşağıda özetle özellikle gebeliğin ilk yarısında anne adayının vücudunda oluşan değişiklilerden ve bunlara bağlı oluşan belirtilerden söz edeceğiz.Adetin gecikmesi ile birlikte ilk göze çarpan göğüslerin aşırı şişmesi, dolgunluğu ve hassasiyetidir. Gebeliğin ilerleyen haftalarında göğüslerde büyüme, meme başında koyulaşma izlenmektedir.

Ciltdeki esmerleşme meme başı dışında özellikle göbekte, karın orta hatda (linea nigra) , genital bölgede, koltuk altlarında ve yüzde maske tarzında (chloasma) da görülebilmektedir. Bununla birlikte kıllanmada artış olabilmektedir. Gebelerin en büyük korkularından biri doğum sonrasında kaybolmayan ciltdeki çatlaklardır. Bunlar en sık karında oluşmakla birlikte daha nadir olarak kalça ve göğüslerde de oluşabilirler.

Çoğu kalıcıdır. Gebelikte koyu kırmızı renkte olan çatlaklar doğum sonrası gümüş rengine dönüşürler. Piyasada çatlakların oluşmasını önlemek için birçok ürün olmasına rağmen her zaman bunlarla başarı sağlanamaz. Genetik bir yatkınlık sözkonusudur. Cildin elastikiyetini arttırarak ani gerilmelere bağlı oluşan bu çatlakları önlemek amacıyla cildi nemlendiren ürünlerin kullanımının yanısıra ağızdan bol su alımı önerilmektedir.Hamileliğin özellikle ilk dört ayında bulantı ve kusmaya sık rastlanmaktadır.

Bu semptomlar BHCG adı verilen gebelik hormonunun yüksekliğine bağlıdır. Bulantı ve kusmayı azaltmak için sık sık azar azar yenmelidir. Yağlı ve baharatlı gıdalardan kaçınılmalıdır. Sabah aç karına tuzlu kraker gibi kuru gıdaların alınması, sıvıların yemeklerden bir ila iki saat önce alınması bulantıları azaltmaya yardımcı olabilmektedir. Gebelikte yükselen progesteron hormonunun düz kasları gevşetici etkisi nedeniyle sindirim sisteminde gaza bağlı şişkinlik, hazımsızlık, kabızlık ve mide yanması gibi durumlar ortaya çıkabilmektedir.

Günde en az iki litre sıvı ve lifli besinlerin ağırlıklı olarak tüketilmesi kabızlığın giderilmesine yardımcı olmaktadır. Yemeklerden sonra en az bir saat yatmamak yiyeceklerin mideden yemek borusuna geri kaçışını önleyeceği için mide yanmasını azaltmaktadır. Diş etlerinde şişme ve kanama hamilelikte sıkca görülür. Böyle bir durumda genelde ağız hijyeninin sağlanması yeterlidir.Gebelik sürecinin ilk aylarında anne adaylarında aşırı bir yorgunluk hissi ve uyku hali normaldir. Fırsat buldukça isitrahat edilmelidir. Gebeliğin ilk yarısında dolaşım sistemindeki değişikliklere bağlı tansiyonda düşme, baş dönmesi ve bayılma hissine yol açabilir.

Büyüyen rahimin idrar kesesi kapasitesini azaltmasına bağlı olarak gebeliğin ilk üç ayında ve son üç ayında sık idrara çıkma ihtiyacı doğmaktadır. İdrar yolu enfeksiyonlarını önlemek amacıyla idrara çıkma ertelenmemeli, sık sık mesane boşaltılmalıdır. Gebelikte yükselen östrojen hormonu seviyesi vajinal akıntıda belirgin bir artışa neden olmaktadır. Bu koyu kıvamlı, açık renkte, kokusuz bir akıntıdır, kaşıntı eşlik etmez.

Günlük ped kullanımı gerekebilmektedir. Gebelikte rahimin büyümesi ile birlikte rahimi yerinde tutan bağların gerilmesine bağlı karın ve kasık ağrıları olmaktadır. Bu tür ağrılar pozisyon değiştirmek ve sıcak uygulanması ile azalabilmekte, bazı durumlarda doktor kontrolü altında ağrı kesici kullanımı gerekmektedir.Gebelikte toplam alınması gereken kilo gebelikten önceki vücut ağırlığına göre saptanır.

Genelde hamilelik süresince 11 ila 16 kilo veya ortalama 12.5 kilo alınması normaldir. Anne adayının vücudunda oluşan bu değişikliklerin çoğu doğum sonrası altı haftalık loğusalık dönemi süresince eski haline döner.

2008-07-26

Bebeğinizi Yaz Güneşinden Koruyun

Yaz geldi çocuklar artık dışarıda daha fazla vakit geçirmeye başlayacak. Tatil, deniz, oyun derken çocuklarınız güneşe maruz kalacak. Peki, çocuklarınızı güneşten nasıl koruyacaksınız? Uzmanlar ailelere şu tavsiyelerde bulundu.
• Bebeğinizi ya da küçük çocuğunuzu saat 11.00–16.00 arasında güneşe çıkarmayın.
• Çocuklarınızı güneş altında uzun süre oturtmayın.
• Dışarı çıkarken çocuklarınıza geniş kenarlıklı şapkalar kullanın.
• Güneş koruma faktörlü krem kullanın. Çocuk için kullanacağınız krem, en az 15 tercihen 50 koruma faktörlü olmalı, UV A ve UV B ışınlarına karşı koruma sağlamalıdır.
• Tatile çıktığınızda, suya dayanıklı, en az 30 koruma faktörlü bir koruyucu krem kullanın.
• Koruma faktörlü kremleri güneşe çıkmadan yarım saat önce sürün. Denize ya da havuza girdikçe, havlu ile kurulandıkça güneş koruma faktörlü kremi tekrar sürün.
• Su kaybını önlemek amacıyla yeterli miktarda su içmelerini sağlayın.
• Çocuğunuzu terletmeyecek, ince dokunmuş, açık renk kıyafetler giydirin.
• Süt çocuklarının ciltleri daha ince olduğu için güneşe karşı daha hassastırlar. Bu nedenle 6 aylıktan küçük çocuklar direkt güneşe çıkarmayın, gölgede tutun.
• Bulutlu havalarda bile zararlı güneş ışınlarının bize ulaşabileceğini unutmayın.
• Güneş banyosuna süresi beş dakika ile başlayın. 10–15 dakikayı geçirmeyin.
• Kullanacağınız güneş koruma faktörlü kremler, renksiz, kokusuz, kolay sürülebilir, nemlendirme özelliği sahip, etkisi uzun sürmelidir.
• UV ışınlarına maruz kalmak, katarakt riskini arttırır. Çocuğunuza UV korumalı güneş gözlüğü alın.
• Eğer su dolu güneş yanıkları oluştuysa bu kabarcıkları patlatmayın, enfeksiyon kapmasına sebep olabilirsiniz

Uykusuzluk

İnsomni (uykusuzluk) hastalarının bazılarında, yanıklığı sağlayan merkezlerin, hormonların bebeklikten itibaren daha aktif durumda bulunduğu belirtildi.

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Aksu, insomni (uykusuzluk) hastalarının bazılarında, uyanıklığı sağlayan merkezlerin, hormonların bebeklikten itibaren daha aktif durumdabulunduğunu söyledi.
Aksu,yaptığı açıklamada, uykunun insan yaşamında çok önemli olan bir dönem olduğunu kaydetti.

Erişkin bir insanın yaşamının yaklaşık üçte birini uykuda geçirdiğini ifade eden Aksu, şöyle devam etti:
"Bu dönem içerisinde hem beynin işlevleri hem de beynin işlevlerine bağlı olarak organizmadaki diğer sistemlerin işlevlerinde çok ciddi değişiklikler oluyor. Yani uyku sırasında hem beynimiz hem organlarımız, uyanıklıktan farklı bir şekilde çalışıyor. Dolayısıyla uyku sırasındaki bu farklılık, oluşan hastalıkların da farklı olmasına neden oluyor. Bu hastalıkları inceleyen bilim dalı da ’uyku hastalıkları bilimidir."
Nurettin Aksu, uyku hastalıkları içerisinde uykusuzluğun (insomni) çok sık görüldüğünü belirterek, bu hastalığın filmlere, edebiyat eserlerine ve sanat akımlarına konu olduğunu anlattı. Uykusuzluğun insan yaşamını ciddi şekilde etkileyen bir tablo olduğunu vurgulayan Aksu, şu bilgileri verdi:

"Son zamanlarda ortaya konan çok önemli bir gerçeklik var. Uykusuzluk dediğimiz tablo, aslında beynin uyanıklığını sağlayan merkezlerin normalden daha fazla aktif olması sonucu ortaya çıkıyor. Yani beyinde uyanıklığı sağlayan birtakım merkezler var. Bu merkezler ve bu sırada oluşan sempatik aktivite uykusuzluk çeken kişilerde daha fazla olarak ortaya çıkıyor, daha fazla aktivite gösteriyor. Bu nedenle insomni hastalarının bazılarında şu sözü çok sık duyuyoruz, ’Çocukluğumdan beri annem benim az uyuduğumu söyler’. Çünkü bunların bebeklikten gelişen, uyanıklığı sağlayan merkezleri, uyanıklığı sağlayan hormonları daha aktif durumda bulunmaktadır. Bu son yıllarda çok net bir şekilde ortaya kondu."

Aksu, uykusuzluk tedavisinin son dönemlerde çok önemli değişiklikler gösterdiğine dikkati çekerek, gelecek yıllarda bu hastalığın kökünden çözülmesi için kesin veriler elde edebileceklerini kaydetti.
Milliyet

2008-05-31

Kemik Erimesi

Osteoporoz yani kemik erimesi kemik doku yogunluğunun azalması nedeniyle dayanıklığının azalması, yani kalitesinin düşmesidir. Kemik erimesinin şiddeti arttıkça kemik kırılganlığı da artmaktadır. Osteoporoz ciddi ve sinsi bir hastalıktır. Bu yüzden kemik erimesi, zamanında yakalanıp önlenmezse sakatlıklara ve ölüme neden olur. Dünyada kalp-damar hastalıkları ve kanserden sonra bilinen 3. ölüm nedeninin osteoporoz olduğu bildirilmiştir.
Menopozda olan kadınlar yaşamlarının geri kalan kısımlarında osteoporoza bağlı %50'lik bir kemik kırığı riski ile karşı karşıyadırlar. Osteoporoz 3 kadına karşılık 1 erkekte görür ve yaşlılıkta daha çok rastlanan bu hastalık tek başına yaşlılık hastalığı değildir.

Kemikler de kalp, beyin gibi canlı ve sürekli yapılanan bir sistemdir. 30 yaşına kadar kemik yapısı ilerler ve 30 yaşında doruk noktasına ulaşılır. 30 yaşında yeterli kemik kütlesine ulaşılmaması halinde hastalık ortaya çıkmaya başlar. Bu yüzden, kemiklerin korunmasında ve güçlü olmasında birinci adım beslenmedir. 45 yaşından sonraysa kemik kayıp hızı, artmaya başlar. 30-35 yaşına kadar kemik yoğunluğunu en üst seviyeye taşıyabilirsek, ileride yaşanacak yıkımın tahribatını da en aza indirebilir ve osteoporozun önüne geçebiliriz.

ANNE KARNINDAN İTİBAREN BESLENMEYE ÖZEN GÖSTERİLMELİ !
Bebeklikten, hatta anne karnından itibaren doğacak çocuğun geleceği düşünülerek doğru beslenilmesi lazım. Kalsiyumun, yaşam boyunca yeterli miktarda alınması, kemik dokusunu en üst seviyeye çıkaracağından bu yıkımın etkisini zayıflatır. Ayrıca fiziksel aktiviteler, kemiklerin güçlenmesini sağlar. Bütün bunlara karşın yine de genetik gibi diğer bazı faktörler nedeniyle hastalık ortaya çıkabilir. O zaman da uygulanacak tedaviyle yıkım önlenebilir.
Osteoporotik kemik hem kütlesini kaybetmiş hem de iç yapısı bozulmuş bir kemiktir. Kaybolan kemiği tekrar yerine koymak oldukça zor, pahalı ve uzun zaman alan bir olaydır, dolayısı ile risk faktörlerini belirlemek ve osteoporozu önlemek gelişmiş bir osteoporozu tedavi etmekten daha kolaydır.
KEMİK ERİMESİ İÇİN ÖNEMLİ RİSK FAKTÖRLERİ...
1. Kadın olmak
2. 50 yaşın üstünde olmak (Yaş arttıkça yoğunluğunu kaybeden kemikler zayıflar)
3. Menopoza girmiş olmak (Menopoza girmiş kadınların ortalama üçte birinde osteoporoz gelişmektedir ki, bunun sorumlusu östrojen düzeyindeki azalmadır)
4. Erken menopoza girmek veya yumurtalıkların operasyon ile alınmasını takiben cerrahi (yapay) menopoza girmek.
5. Erkeklerde erkek cinsiyet hormonu olan testosterondaki azalma ile kemik kütlesi de azalabilmektedir (Erkeklerde gonad fonksiyonunun; işlevinin herhangi bir nedenle azalması osteoporoza bağlı kırıklara yol açabilmektedir).
6. Düşük kalsiyum içeren yiyeceklerle beslenme ve vitamin D eksikliği
7. Fiziksel aktivitenin, hareketliliğin ve egzersizin az olması, (egzersizin kemik kütlesini arttırdığı, kemiği kuvvetlendirdiği kanıtlanmıştır).
8. Ailede osteoporozlu kimselerin bulunması (kırıklara yatkınlığın bir kısmı kalıtsaldır; annelerinde omurga kırığı öyküsü olan genç kadınlarda da kemik kütlesinde azalmaya rastlanmaktadır)
9. Kısa boylu, ince yapılı kişiler iri yapılı, kilolu kişilere göre daha fazla osteoporoz riski taşımaktadırlar.
10. Beyaz tenli, açık renk gözlü olmak.
11. Sigara içmek
12. Alkollü, kolalı ve kafeinli içecekleri çok fazla tüketmek.
13. Bazı ilaçları uzun süreden beri veya yüksek dozlarda kullanıyor olmak (örneğin; kortikosteroidler, lityum, alüminyum, antikonvülzanlar, antiasitler, antikoagülanlar, siklosporin, tiroid ilaçları ve bazı kanser ilaçları gibi).
14. Bazı hastalıkların olması. Örneğin; şeker hastalığı, tiroid veya paratiroid bezinin fazla çalışması, mide-barsak operasyonu geçirmiş olmak, uzun süren hareketsizlik, felçler, bazı romatizmal hastalıklar ve diğer bazı endokrin (hormonal) hastalıklar osteoporoza neden olabilmektedirler.
Bütün bu nedenlerden dolayı osteoporoz hastalığının sebebinin araştırılmasında tanısında takibinde sadece muayene yeterli değildir; film, kemik yoğunluğu ölçümleri, kan ve idrar incelemeleri de gerekmektedir.
Belirtileri:
Bel ve sırt ağrısı Boyda kısalma, omurgada kırık Sırtta kaburlaşma, omuzlarda yuvarlaklaşma El bileğinde kırık Kaburga kırıkları Kalça kemiğinde kırık Hastalığın önüne geçmek için bol sebze ve süt ürünleri tüketilmesi gereklidir.Peynir, lor, yoğurt, süt ve bol sebze sofradan eksik edilmemelidir. Günde 15-20 dakika mutlak surette güneşte kalınmalı ve egzersiz yapılmalıdır. Egzersiz günde en azından yarım saat tempolu yürüyüş şeklinde olabilir.
Osteoporozda tanı kemik mineral yoğunluğu ölçümü ile konur. Osteoporozun tipini belirlemek için bununla birlikte kan biyokimya değerleri araştırılmalıdır.
Erken tanı konması son derece önemlidir !!!
Tedavide;
1.Yaşam tarzında değişiklikler yaparak düşmeyi azaltacak önlemler almak,
2.Doktorunuzca önerilen egzersiz programlarını uygulamaya çalışmak,
3.Beslenme şeklinizi önerilen şekilde düzenlemek,
4.İlaçlarınızı düzenli kullanmak ve yine düzenli doktor kontrolüne gitmek,
5.Osteoporozun önlenebilen ve tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu bilmek gerekmektedir.